Söz Büyü Müdür? - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Köşe Yazarları

Söz Büyü Müdür?

Ece Uslu

Son zamanlarda gerçek anlamda ağzımızdan çıkan her şeyin gerçek olacağına inanan ya da tamamen buna karşı çıkıp bu durumla dalga geçen insanlara rastlar olduk.

Her ne kadar işin soyut boyutu ile ilgileniyor olsam da içimdeki o bilim insanını hala tam anlamı ile törpülediğimi düşünmüyorum.


Açıkçası sorgulamak ve bir şeylere körü körüne değil de mantık çerçevesinde inanmayı tercih ediyorum da diyebiliriz. O nedenle içimdeki bilim insanını törpülemeyi pek de istemediğimi söyleyebilirim. Sorgusuz sualsiz inanıp teslim olunan her şeyin sonunda teslim olunanların büyüyüp zenginleştiği, teslim olanların ise küçülüp, her anlamda fakirleştiği, cahilleştiği gerçeğini sanırım kimse inkar edemez. Bunları göre göre de teslimiyet ancak hayatın sorumluluğunu taşımaya cesaret edemeyecek bir ruhun vücut bulmuş halidir diyebilirim.

 

Elbette mantık çerçevesinde görüp inandığım şeyler olduğu kadar, görmediğim halde olagelebilecek şeylerin de var olabileceğini inkar etmiyorum. Ancak o noktada biraz mesafeli durmakta fayda görüyorum. Her şey dengede güzel diyorum hep. Evet mantık da spiritüalizm de dengede olmalı. Yoksa ikisi de sana içinden çıkamadığın bir batak olabiliyor. Tamamen mantıkta ısrar etmek seni inatçı ve katı biri yaparak, esnemen halinde oradan büyüyebileceğin alanları gözden kaçırmana neden olabileceği gibi, spiritüalizm odaklı yaşamak da bir noktadan sonra seni her şeyin altında bir şey aramaya, hayatın her alanına bir anlam yüklemeye çalışmana neden olabiliyor.

 

Velhasıl kelam spiritüalizmin batağına battığım zamanlarda bile söz büyüdür konusu aklıma yatmadı hiç. Çünkü sadece söylenen değil düşünülenlerin de büyü olduğunu iddia eden ve bu durumu evrenin bu şekilde yorumlayacağına inanan bir güruh var. Fakat ortalama hayat süren bir insan (yani ciddi meditasyon pratikleri ve zihin kontrolü yoksa) düşüncelerinden değil eylemlerinden sorumludur diye kabul ediyoruz biz psikolojide. Aklımıza gün içinde binlerce şey gelebilir fakat bunları eyleme dökmediğimiz sürece sorumlu değiliz diyoruz.

 

Ortalama yaşam süren bir insan öfke anında ‘onu geberteceğim’ diye düşünebilir. Ancak bunu dile döktüğü zaman alacağı ceza ile eyleme geçirdiğinde alacağı ceza dahi farklıdır. Ancak bilindiği üzere düşünmenin cezası yoktur. Bu da çoğu düşüncemiz üzerindeki hakimiyet yoksunluğumuzdan kaynaklanmaktadır. Her anlamda şiddetsizliği savunan biri olarak bu örneğin yanlış anlaşılmasını istemediğim için durumu biraz açıklamaya çalışacağım. Her şeyden önce hep dediğimiz gibi şiddete yatkın taraf ve yatkın olmayan taraf olarak iki tarafa sahip olarak da dünyaya geliyoruz. O nedenle canımızın çok yandığı veya öfkeli anlarda şiddet hiç aklımıza gelen bir şey değilmiş gibi davranmaya gerek yok diye düşünüyorum. Bilakis bunun varlığını kabul edip onu nasıl ehlileştirebilir ve  kontrolümüz altına alabiliriz diye bakmakta fayda var ki, içimizdeki şiddet evcilleştirilmemiş bir hayvan gibi aklımıza geldiği haliyle eylem olarak açığa çıkmasın. Bu konuyu dediğim gibi yanlış anlaşılmaları önlemek adına ayrıca açıklamak istedim.

 

Söz büyüdür konusuna yeniden dönecek olursak; Söz büyüdür konusunu bu denli takıntı haline getirirsek şüphesiz ki takıntı hastalığı olanların tedavisini onların bu yöndeki sağlıksız inançlarına destek olarak baltalamış oluruz. Ayrıca Doğum Sonrası pek çok annenin yaşadığı kaygı bozukluğu ve depresyonlarda annenin bebeğine karşı zarar verici düşüncelere sahip olabileceğini biliyoruz. Söz büyüdür demek ve düşünmemesini beklemek şüphesiz ki bir anneye elinde olmayan bir hastalığa bağlı olarak ciddi yük yüklemiş oluruz.

 

Bu noktada tek diyebileceğim, düşündüklerimize ne kadar inandığımız ve bunu eylemlerimize ne denli yansıttığımızın önemli olduğudur. Yani ‘kendini doğrulayan kehanet’! Eğer ki bir insan sürekli kaza yapacağını düşünüyorsa arabayı o denli tedirgin ve özgüvensiz sürer ya da o tetikte olmanın hali ile dikkati o denli kolay dağılır ki gerçekten de kaza yapma ihtimali artar. Ya da olan bir kazayı hemen o düşünceye bağlar.

Veyahut sürekli olarak aldatılmaktan korkan bir insan, eşine o kadar çok baskı yapar ki bir süre sonra birbirlerinden uzaklaşırlar. Ve hele de belli birini kıskanıp sürekli o kişinin adını zikrederse eşinin aklına o düşünceyi sokar ve sonuç itibarı ile çatlak duvardan içeriye su sızar.

 

Keşke söz ya da düşünce büyü olsa idi ve herkes kalbi kadar temiz bir hayat yaşasa idi, ancak diyeceğim o ki çok da uzun olmayan bu hayatı gerçekliği kanıtlanmamış şeyleri takıntı haline getirerek yaşamayalım. Biz içimizi temiz tutalım. İçimiz de dışımıza yansıyandır zaten. Sonrasında ne olacaksa bırakalım olsun…

Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar