MFÖ EFSANESİ - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
KıbrısKöşe YazarlarıManşet

MFÖ EFSANESİ

Yirmili yaşlarımda, başımda yıldızların, kalbimde kelebeklerin uçuştuğu zamanda koşa koşa gitmiştim yine konserlerine. Akşamki gibi sıcak, sinekli bir Mağusa akşamıydı. Mazhar – Fuat – Özkan üçlüsü fırtına gibi esiyor, birbirinden eşsiz şarkıları, radyoları, kanalları, hayatlarımızı süslüyordu. O gece, o konserde, gökyüzüne “güllerin içinden canım, koşarak koşarak gel bana gel” diye şarkıyı asmışlardı. Herkesin kafasının içindeki koşup gelmişti belki de. Kalbinin içinde dinlenen, uyuyan, yaşayan, ölenle yüzleşmişti yine o gece herkes. Ben, o gençlik heyecanıyla şimdi bile anımsıyorum o geceyi: “güllerin içinden”…
MFÖ efsanesini, yazmak, anlatmak kolay mı? Hangi şarkısından, hangi duygusundan başlamalı? Üç farklı ve marjinal karakterin bir araya gelip de hayatlarımıza MFÖ olarak kattıklarını anlatabilir miyim? Hiç sanmam.
Müthiş enerjik, çizgi dışı şarkıları, sahne performansları, çıkardıkları sesler, oynadıkları reklamlar, yorumlarıyla, farklılıkları, giyimleri, röportajları ve kimselere benzemeyen tarzlarıyla ortalığı kasıp kavuran efsane grubu “nerelere koysam” da anlatsam?
Salamis’in Antik Tiyatrosuna giderken deniz de eşlik etmişti bize, içinde sakladıklarıyla. Etrafta yine bol bol çöp, kırık camlar, poşetler ve bira şişeleri vardı. Tarihin kucağında, akın akın konsere giden insanlar, güzellikle, çirkinliğin orta yolundaydılar.
Pandemi, deprem derken meğer ne çok hasret kalmışız güzellikleri paylaşmaya. Gazimağusa Belediyesi’nin güzel organizasyonuyla MFÖ, bu kez Özkan-sız bir konser için çıkmıştı sahneye. Duyar duymaz heyecanlanmıştım. Aklıma 30 yıla yakın bir süre önce yaşadığım o gece gelmişti: Güllerin içinden….
O ara kesitte çok şey değişti. Çok yaşanmışlık, yaşanmamışlık, hevesler, kursakta kalmalar, kırgınlıklar, mutluluklar, başarılar, düşüşler… MFÖ’ye dair bir tek şey değişmemişti bende. O müthiş şarkıların etkisi ve bu marjinal, muazzam sanatçılara olan hayranlığım.
Akşam anladım ki, şarkılar çoğalmış, birikmiş ve yenilenmişti. Zamanın o ara kesitinde üretmeye, müziğe ve aşka devam etmişlerdi. Akşam, gerçeğin paslı makası geceyi ortadan kesiyor ve bize hüzünle yılların geçtiğini hatırlatıyordu. Bizler artık orta yaşlı olmuştuk, kahramanlarımız ise 70’lerdeydiler. MFÖ’nün çılgın, deli, duygulu, fırtına çocuğu Özkan, en genç üye, aceleci davranarak sesli harfini alıp yanına MFÖ yü de aslında bir nevi SES-SİZ bırakarak, erkenden gitmişti. Akşam ikili, arkadaki dev ekrandan Özkan’ın görüntüleri ile başladılar konsere, onu yad ederek. Üç kişi olarak sahnede devleşen grupta Özkan’ın yokluğu iyice hissediliyordu. Efsanelerimiz biraz yorgun olsalar bile, akşama tanıklık eden herkes bilyordu, zirvede 40 yıldan fazla bir süre kalabilmenin ne demek olduğunu. Her ölümlüye nasip olunamayacak alkışlar, anılar, şarkılar onların hanesindeydi. Bunun için zamanın hafızasında, insanın hayat defterinde çok şey olması gerekiyor. Bazı insanlar ölümden kotardıklarıyla gitseler bile nesiller boyunca yaşamaya devam ederler, bunu akşam yeniden hatırladım.
Dün gece, Salamis’in o mistik, o büyülü ortamında müzik tarihinin bir kesitine tanıklık ettik ve hep bir ağızdan şarkılar söyledik:
“Gözyaşlarımızı bitti mi sandın?”
Gelip ince ince dokunan o şeye sahipti onlar. Sadece özel olarak bir amaç için yaşayan o büyülü insanların gücü vardı onlarda.
“Ah bu ben kendimi, nerelere koşsam?
Saklansam bir yerlerde, gizlice ağlasam”
Bir insan yüzleşmesini ancak bu kadar asil ve ince bir ruhla yapabilir sanırım. İnce ince sızılarla, hayatın o müthiş yüzleşmesinin etkisinde söyledik hep birlikte:
Yaşamayı, ölmeyi, sevmeyi beceremeyenlerin ülkesinde:
“Ah bu ben!”
Diye…

Biraz yorgun, biraz yıpranmış, bir koca ömrün zirvesinde, ölümsüzlüğü yakalamış şarkılarıyla
Kah
Sana sarı laleler aldım çiçek pazından dediler,
Kah
“Ne güzel şeysin sen, yaşın 19” diyerek gençlerin bile algılayamadıkları bir yaşam aşkının o müthiş ayrıcalığını hissttirdiler.
Ben ise, biraz zorlayarak gittim konsere. Bir daha onları görebilir miyim kaygısı vardı içimde. Hayatın kısa olduğunu daha çok bildiğim bir yaş dilimindeyim. Bazı anların tekrarının olmayacağını ve bazı şarkıları söylemenin, dinlemenin zamanının şimdi olduğunu biliyorum.


Bu kez “güllerin içinden” dinlemeye gitmeyecektim.
İlginçti, konser yine aynı şarkı ile açılmıştı. Belli ki onların hayatındaki dönüm noktasıydı o şarkı. Belki de halka buluştukları kırılma şarkısıydı, bilmiyorum. Yıllar sonra yine aynı şarkı ile açılmıştı konser.
Ben o müthiş konserde çok keyif almıştım, ancak son yıllardaki şarkılarımın arasına başka özeller karışmıştı.
Aşkın kenarından diye bir şarkıya başlamıştı Mazhar, kulak kesilmiştim. Gece, yıldızlar, koca kalabalık birden susmuştu. Belli ki tüm gece boyunca beklediğim şarkıya hazırlıktı bu. Ön şarkıysıydı:
“Ayrılık güzel
eğer hemen döneceksen”

Hınca hınç doluydu neredeyse Salamis Harabeleri. Her yaşta insan vardı. MFÖ hayranları, çocuk arabalarında, kucaklarında çocuklarıyla gelenler, yürümeye zorlanan yaştaki güzel insanlar, gençler, her kesimden insan büyülenmiş gibi şarkılarına eşlik ediyorlar, dev bir koroyu oluşturuyorlardı.
Bir tarih vardı gözümün önünde. Türkçe şarkıların en güzelleri, bir dilin en incelikli besteleri, farklı aşk tanımları, burkan yalnızlık, özlem hisleri. Farkı olmanın o unutulmazlığı vardı sahnede. Akşam sıradan bir konser değildi, bir döneme damgasını vurmuş, bitmeyen, yitmeyen ne varsaydı şarkılara yüklenen insanların sesi vardı orada.
Ben kendi payıma düşen şarkıyı bekledim, yıldızlı gökyüzü altına. Sesler, yüzler geride kalmıştı müzik başlayınca. İnce bir sızılı akşamdı, güzeldi ve unutulmazdı, Payıma düşen şarkıyı alıp, kalabalığın benzer yüzleri arasında kayboldum:

Yandım, yandım
Yandım, yandım ah ki ne yandım!
Bana yeniden şarkılar söyleten kadın
Baka baka doyamadım, hem kokladım da
Sarhoşluğu geçmedi hala
İçimde sevdan

Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar